Malatyalı Gönül Sultanları kısmı Malatyalı Gönül Sultanları adlı eserden alınmıştır. Evliyalar ayrı ayrı bu forumdan verilecektir.
Abdullah Fahri Baba
Malatya erenlerinden. 1864 veya 1865 (H.1282) senesinde Harput’un Tutlu yöresinde Bozolar köyü Maho veya Mehan mezrasında doğdu. 1908 (H.1326)’de vefât etti.
On iki yaşında Malatya’ya gidip ilim tahsiline başladı. Halasının kocası Ahmed Efendiden Ulu Câmide ilim öğrendi. 1880’li senelerde hocası vefât edince, yerini boş bırakmadı ve ders vermeye başladı. Ayrıca tasavvufta yetişmek üzere önce Kâdirî yolunda Şeyh Hasan Baba adlı bir zâta talebe olup, uzun müddet onun talim ve terbiyesi altında yetişip icâzet aldı. Hasan Baba vefât edince talebeleri Abdullah Fahri Baba’nın etrâfında toplandılar. Fakat o tasavvufta yüksek derecelere ermek için devamlı arayış hâlinde idi. Bir gece rüyâsında Hacı Ömer Baba adında bir zâta talebe olması işâret edildi. Bunun üzerine Harput’un Köveng köyünde bulunan Nakşî ve Kâdirî şeyhi, Şeyh Hacı Ömer Baba’nın yanına gitti. Talebeliğe kabûl edilip, bir müddet yetiştirildikten sonra, irşâd, insanlara doğru yolu gösterme ile vazîfelendirildi. Bundan sonra Malatya’da insanlara rehberlik etti. Onlara Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini anlattı. Sohbet ve derslerine pekçok kimse katılıp, ondan istifâde etti. Tasavvufî konularda şiirleri vardır.
Kerâmetlerinden bâzıları şöyle anlatılmıştır:
Dergâhının bulunduğu Boran köyüne kötürüm ve felçli bir kimse getirilir. Durum Abdullah Baba’ya bildirilip, şifâ bulması için himmet ve duâ istenir. Kötürüm kimsenin bulunduğu arabanın yanına gidip, yedi yıldır kötürüm olan bu kimseye hitâb ederek; “Allahü teâlânın izni ile aşağıya in!” diyerek arabadan inmesini söyler. “İnemem.” deyince, tutup kendisi indirir. Kötürüm birdenbire sıhhate kavuşup yürümeye başlar.
Bir yaz günü sevenleri ile birlikte Hasırcı Köyündeki talebelerinin yanına gitmişti. Ziyâretten sonra Boran köyündeki tekkesine dönüp, köye yaklaştığı sırada atını üç saat kadar uzakta bulunan Hâtun Suyu tarafına çevirip, yüksek sesle orada bulunan bir talebesine seslendi:
“Cumâli Efendi seni çok göresim geldi. Hemen dergâha gel!” Sonra yoluna devâm edip dergâhına döndü. Kısa bir müddet sonra çağırdığı talebesi onun kerâmetiyle sesini işitmiş olduğundan, telaş içinde dergâha gelip;
“Buyrun efendim beni istemişsiniz geldim!” dedi.
Vefât etmeden kısa bir müddet önce bir gün zâviyesinde talebelerinin ve sevenlerinin kalabalık olduğu bir sırada uyku hâli gibi bir hâl gelip kendinden geçti. Bu hâl bir müddet devâm etti. Sonra gözlerini açıp;
“Eyvah ben ne yaptım!” dedi. Ne yaptınız, ne oldu diye sorulunca;
“Sakalımdaki su damlalarına bakın.” diye gösterdi. İbrâhim Efendi adında bir zât su damlalarından alıp, diline dokundurdu. Sonra derhâl ağzını temizledi ve;
“Efendim bu çok acı zehir.” dedi. Bunun üzerine;
“Evet oğlum, bu bir ölüm şerbetidir. Biraz önce Sultan Abdülhamîd Han ile yanyana idim. Birisi iki kâse şerbet getirdi. Abdülhamîd Han ile birlikte ayağa kalktık. Sultan bana, buyurun Baba Efendi için! dedi. Önce siz buyrun Sultanım, dedim. Fakat benim almam için ısrar etti. Alıp içtim. Ey cemâat, bu şerbet sizler için acı bir zehirdir. Fakat benim için tatlı bir ölüm şerbetidir.” dedi. Abdullah Fahri Baba’nın bahsettiği pâdişâh Sultan İkinci Abdülhamîd Han, kendisinden on sene sonra 1918 senesinde vefât etmiştir. Evliyâ bir pâdişâhtı.
Orduz köyü halkından bir zât şöyle anlatmıştır:
Karakaya Barajının suyunun yükselmesi sebebiyle Abdullah Fahri Baba’nın türbesi bu suyun altında kalacağından, kabrini naklettik. Boranlı Hacı Mustafa Baba’nın neslinden birkaç kişi de nakil işinde bulundu. Kabrini naklettikten sonra Malatya’ya döndük. Hüseyin Bey Köprüsü semtinde arabadan indik. O sırada tanıdığımız bir ihtiyarla karşılaştım. Hal hatır sorduktan sonra bana;
“Senden evliyâ kokusu geliyor. Ellerini uzat.” dedi. Ellerimi uzattım. Ellerimi tutup yüzüne gözüne sürdü, öptü. “O koku işte bu ellerden geliyor, beni mest etti. Bu eller bugün ne iş gördü?” diye sordu. O gün öğle vakti Abdullah Fahri Baba’nın nâşını naklederken ellerim ona dokunmuştu. Aynı akşam Orduz’daki evimize gittim. Ablam; “Senden hoş bir koku geliyor.” dedi. O gün ve o gece ben de o hoş kokuyla mest olmuştum.
Boranlı Mustafa Baba
Malatya velîlerinden. 1884 veya 1885 (H.1302)’de Malatya’nın Boran köyünde doğdu. 1968 (H.1388) senesinde vefât etti. Abdullah Fahri Babanın yetiştirdiği meşhur zâtlardan ve onun halîfelerindendir.
1912-1913’te Tabur imamı olarak Balkan savaşlarına katıldı. Bu vazîfesinden sonra Boran köyünde Fahri Baba Zâviyesinde sohbetleriyle halka doğru yolu göstererek, irşâd etti. Bir taraftan da zirâatle meşgûl oldu. Halk arasında çok sevilip hürmet gösterilmiş ve kerâmetleri anlatıla gelmiştir.
Boranlı Mustafa Baba’nın şöhretini duyan bir mühendis, bir gün onun köyüne giderken içinden; “Eğer bu zât erenlerden ise baklava ikrâm etsin.” diye düşünür. Bu düşünce ile o zâtın evine gider. Vardığında bir cemâat yemek yemiş, fakat yerde tepsiler içinde baklavalar henüz yenmemiş. Mühendis içeri girince, Mustafa Baba ona bakıp; “Tez gel ki baklavaya yetişesin.” der. Mühendis bu hâdiseye şaşıp, onun muhterem bir zât olduğunu anlar. Buna benzer halleri, şâhid olanlar tarafından anlatılmıştır.
Hacı Ahmed Efendi
Malatya’da yaşayan velîlerden. Doğum târihi belli değildir. Babasının adı Mahmûd’dur. Aslen Medîneli olup, Seyyid olduğu söylenir. Hazret-i Ömer’in soyundan geldiği de rivâyet edilmiştir. Hicaz’daki karışıklıktan dolayı âilesi Şam’a göç etti. Ahmed Efendi Şam’da doğdu ve burada zamânın âlimlerinden ilim öğrendi. Bir ara âilesi ile birlikte Şam vâlisi tarafından Harput sancağında bilinmeyen sebepler yüzünden mecbûrî ikâmete tâbi tutuldu. Ahmed Efendi burada evlenerek, Harput’a yerleşti. Sonra Malatya’ya göçtü. Hacı Ahmed Efendi Malatya Medreselerinde ders verdi ve Ulu Câmide imamlık yaptı. İnsanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatan vâzlar verdi.
Bir gün Ahmed Efendi şimdiki Malatya şehir merkezindeyken bir tanıdığı ile karşılaştı. Biraz konuştuktan sonra Ahmed Efendi Battalgâzi’ye (Eski Malatya) gideceğini söyledi. Ahbabı, saatini göstererek; “Hocam Cumâ vaktine yedi dakika kaldı. Oysa gideceğiniz yer iki saatlik yol. Birlikte burada kalalım.” dedi. Ahmed Efendi ise; “Vazifemde aksaklık yapıp kazancımı haram edemem.” diyerek yürüdü, Arkadaşı; “Bunda bir hikmet vardır.” diyerek Ahmed Efendinin peşine takıldı ve birlikte gitmek istediğini söyledi. Battalgâzi’ye yaklaştıklarında karşılarına ihtiyar bir zât çıktı. Üstü başı biraz kirliydi. ahmed Efendi; “Esselâmü aleyküm Sultanım.” diye selâm verdi.
Bir müddet daha yürüdükten sonra o zâtın bu kere daha heybetli geldiğini gördüler. Yanlarına gelince; “Kardeşim Ahmed! Bu yanındaki adam kimdir? Onu nereye götürüyorsun?” diye sorunca Ahmed Efendi; “Himmetinize muhtâc efendim!” karşılığını verdi. İhtiyar zât oradan uzaklaşınca Ahmed Efendi arkadaşına dönerek; “İçinden kötü bir şey mi geçirdin ki, bu zât bize böyle söyledi.” dedi. Arkadaşı da; “Evet sizin böyle pejmurde kıyâfetli bir fukarânın önünde egilmeniz garibime gitmişti.” dedi. Hacı Ahmed Efendi; “O pejmurde kıyâfetli gördüğün zât zamânın kutbudur. Böyle kişilere hor bakmamalı.” ddi. Arkadaşı hemen tövbe etti. Câmiye geldiklerinde saatine bakan arkadaşı Cumâ vaktine yine yedi dakika olduğunu gördü. Allahü teâlânın izniyle iki saatlik yolu bir anda almışlardı. Arkadaşı Ahmed Efendinin büyüklüğünü o anda anladı.
Ahmed Efendi 1884 (H. 1301) senesinde 60 yaşlarında vefât etti. Battalgâzi ilçsinde imâmlık yaptığı câminin mihrâbı önündeki mezarlığa defnedildi. Ahmed Efendinin hâlen İstanbul kütüphânelerinde üç eseri olduğu tahmin ve rivâyet edilmektedir.
Arapgirli Ömer Baba
Meşhûr velîlerden. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Büyük velîlerden Terzi Baba lakabıyla bilinen Muhammed Vehbî Hayyât Erzincânî hazretlerinin talebelerindendir. Arabgir’de insanlara rehberlik etmesi için hocası tarafından vazîfelendirilmiştir. Terzi Baba ise, yüzlerce talebesiyle Anadolu’nun en ücrâ yerlerine kadar hizmet götüren, insanlara İslâmiyetin anlatılmasını veİslâm ahlâkının yayılmasını sağlayan büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfesidir.
Arabgirli Ömer Baba, önceleri çok zengindi ve bir paşanın kız kardeşi ile evliydi. Her şeyini dîn-i İslâm uğruna, hizmet için harcadı. Kendisi fakir bir hâle düştü. Geçimini sağlamak için çalıştırdığı bir değirmeni vardı. Değirmenini çalıştırdığı sıralarda, bir gün su kesik olduğundan değirmen taşı dönmez. Buğday öğütmek isteyenler, çâresiz suyun gelmesini beklerler. Uzun zaman su gelmeyince buğday sâhipleri:
“Baba ekmek yok, çocuklar aç. Bize bir çâre bul!” derler.
Bunun üzerine değirmenin koca taşının yanına yaklaşır. Allahü teâlâya yalvarıp, eliyle dönmesini işâret ederek taşa doğru üfürür. Koca taş, onun kerâmetiyle birdenbire gürültülü bir sesle dönmeye başlar. Buğdayları öğütür. Bu kerâmeti karşısında halk onu sever, hürmet gösterir. Sözlerini sohbetlerini can kulağıyla dinler.
Kövengli Hacı Ömer Hüdâyî Baba, onun en meşhûr talebesi ve halîfesidir.
Leave a Reply